Sorusu Olan?

Search-Ara
FVP - Frequently Visited Pages
Wishlist
  • Bounce: How Champions are Made
    Bounce: How Champions are Made
  • My Father and Other Working Class Football Heroes
    My Father and Other Working Class Football Heroes
  • Just My Type: A Book About Fonts
    Just My Type: A Book About Fonts
  • A History of the World in 100 Objects
    A History of the World in 100 Objects
Pazar
Eki102010

Something In The Air - David Bowie


david bowie something in the air paris 1999
Yükleyen kobortigant. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

Bu şarkıyı dün duydum , Memento'yu bir kez daha izlerken.

Aklıma ilk gelen üniversite yıllarım oldu. Akşam çıkılır, Bronx'ta takılınır, Akdeniz'e kesin uğranır. Para varsa Hayal Kahvesi, Kemancı'ya gidilir. 

Her anlamda aç ama güzel günlerimiz.

Şu an halimden pek bir memnunum. Bu memnuniyeti yaratılmasında üniversite yıllarının büyük faydası var.

Sözleri de şöyle:

Your coat and hat are gone
I've really can't look at your little empty shelf
A ragged teddy bear
It feels like we never had a chance
Don't look me in the eye

We lay in each others arms
But the room is just an empty space
I guess we've lived it out
Something in the air
We smiled to fast then can't think of a thing to say

Lived with the best times
Left with the worst
I've danced with you too long
Nothing left to say
Let's take what we can
I know you hold your head up high
We've raced for the last time
A place of no return

And there's is something in the air
Something in my eye
I've dance with you too long (yeah)
Something in the air
Something in my eye

Abracadoo, I loose you
We can't avoid the clash
The big mistake
Now we're gonna pay and pay
The sentence of our lives
Can't believe I'm asking you to go

We used what we could
To get the things we want
But we lost each other on the way
I guess you know I never wanted anyone more than you

Lived all our best times
Left with the worst
I've danced with you to long
Say what you will
There's something in the air
Raced for the last time
Well I know you'll hold your head up high
But it's nothing we have to say
There's nothing in our eyes

But there's something in the air
Something in my eye
I've danced with you too long
There's something I have to say
There's something in the air
Something in my eye
Do do do do
Do do do do
I've danced with you too long
Do do do do
Do do do do
Danced with you too long
Do do
Danced with you too long
Something in the air
Something in the air
Do do do do
Do do do do

Pazar
Eki102010

Civilization'dan neler öğrendim?

Benim Civilization maceram bundan yıllar öncesine dayanır. Yılı çok net hatırlamıyorum. Ama Emrah'ın evinde oynadığımızı hatırlıyorum. O bilgisayarına ilk oyunu kurmuş ve oynuyordu. Ne oluyor ne bitiyor kesinlikle anlamıyordum. Ama arada yollar yapılıyordu, ordular bir yerden bir yere gidiyor, şehirler kuruluyordu. Bir defasında uzay mekiği inşasını becerdiğimizi hatırlıyorum.

 

O dönem oyunun o versiyonunu hiç oynamadım. Sadece izleyicisiydim. Ama o bile çok keyifliydi. Sid Meier ilk oyunu 1991'de çıkarmış. Zaman olarak en geç 1993-94'ten bahsediyoruz tabi. Oyun tabii ki disketten oynanıyordu. 

Oyunla ikinci karşılaşmam ise 1997'de gerçekleşti. Danimarka'daydım bu kez. Kaldığım ailenin oğlu Civilization hastasıydı. O oynarken izlerdim. Ondan fırsat bulunca ben de oynamaya başladım. Oyundaki Civilopedia'nın kitabını hatırlıyorum. Hangi birim ne işe yarar, hangi dünya harikasıyla ne kazanırsınız gibi pek çok şey vardı içerisinde. O kitabı birkaç kez okudum. Civilization 2'de dünya harikaları için yapılan filmler şahaneydi. Danışmanlar harikaydı. Elvis Presley mutluluk(eğlence) danışmanıydı örneğin. Çok emek verilmiş, harikulade bir oyundur. O oyun bu kadar iyi olmasa Civilization serisi bu kadar başarılı olamazdı diye düşünürüm.

 

Civilization 2'ye pek çok ek paket geldi. Oyunseverlerin kendi modlarını üretmelerine imkan vermesi oynanırlık süresini arttırdı. Hatta bu modları içeren bir ek paket bile yayınlandı. Test of Time gibi kötü bir oyun bile yapıldı üzerine. Bu arada Civilization II, 1996 yılında piyasaya çıkmıştı. Danimarka'da oyun kutulu satılıyordu, yanında ise dev gibi bir kitap vardı.  

Civilization 3, 2001'de piyasaya çıktı. Ben bu oyunu hiç sevemedim. Hatta Civilization II'ye devam ettim o dönemde. Zaman zaman sıfırdan başlayarak medeniyetler kurdum. Hiç askeri birlik yapmadan oyun bitirmeye çalıştım. Çeşitli zaferleri hedefledim. Ama doğru bir yolun hiç olmadığını gördüm. Günün şartlarına göre ihanet de lazım, en büyük düşmanınla barışmak da. Halkın mutluluğu kurduğunuz medeniyeti çöküşe götürecek seviyeye de getirebilir. 

 

2005'te Civilization 4 geldi. Civilization II'nin verdiği tadı o oyunla yakalayabiliyordunuz. O yüzden Civ II'yi depoya kaldırdım. Yerine Civ IV'ü koydum. 5 senedir dönüp dönüp oynuyorum. Hiç sıkılmadım. Nefis bir oyundur. Herkese tavsiye ederim. Ek paketlerinden birisiyle Osmanlılar oyunun bir parçası oldu. Ama askeri imparatorlukları oldum olası sevmemişimdir. O nedenle çok da oynamadım.

Yıllar geçti, gün geldi Birleşmiş Milletlerin başkanlığını alarak kazandım, bazen kültürel zafer kazandım. Hiç askeri zaferim olmadı. Uzay zaferi de kolay galibiyetlerimden olmuştur.

 

2010 ise Civilization 5 yılı. Çok güzel bir oyunla karşı karşıyayız. Oyunu kökten değiştirme potansiyeline sahip bazı değişiklikler oyuna çok iyi dahil edilmiş. Kültürel zaferler kaldırılmış. Ütopya Projesi adında bambaşka bir kavram oyunun parçası olmuş. Askeri birimlerden onlarca üretip düşmanın üzerine salamıyorsunuz. Her karede bir birim olmak zorunda. Askerleri taşımak için gemiler üretmiyorsunuz, onlar kendi sallarına binip gidiyorlar. Şehir devletleri muhteşem bir ekleme olmuş. Dünya tarihindeki önemleriyle çok daha önceden oyunun bir parçası olmaları lazımdı.

 

Sonuç olarak Civilization 5 muhteşem bir oyun. Biraz sistem sömürüyor elbette. Özellikle diğer medeniyetlerle tanıştığınız ileri zamanlarda. Ama bu düzeltilebilir bir sorun.

Sid Meier büyük bir insan. Dönüp geçmişe bakınca hayatımın yarısından çoğunda oynadığım bir oyunu yarattı. Tarih sevgisini bu oyun sayesinde kazanmışım. Dönüp dolaşıp oynamaktan hiç sıkılmamışım. Acaba bundan 30-40 yıl sonra dönüp Civilization'la geçen bir ömür başlıklı bir yazı daha yazacak mıyım, o günü merakla bekliyorum ama çok çabuk gelmesin mümkünse.   

 

Kendime Not: Bir gün oturup, Sid Meier'e bir teşekkür yazısı yazmam gerek.  

Cuma
Eki082010

Anayasa "çakma" olmasın!

 

Mehmet Ali Kılıçbay'ın, Newsweek'in 10 Ekim 2010 tarihli sayısına yazdığı "Anayasa "çakma" olmasın" başlıklı yazısı yaşanan tartışmalar konusunda ilginç bir perspektif ortaya koyuyor.

Kılıçbay, 1981 Anayasası'nın milletvekillerine verdiği tam dokunulmazlık hakkı nedeniyle bir anayasa olarak kabul edilemeyeceğini çünkü milletvekili dokunulmazlığının sadece kürsüyü kapsayabileceğini yazdığı yazısında şu cümleye yer vermiş: "Ayrıcalık ihdas eden bir metin anayasa olamaz. Çünkü bir anayasanın birinci varlık nedeni, bir ülkede varolan bütün imtiyazları ortadan kaldırması ve bütün yurttaşların eşit haklarını hem belirlemesi hem de bunları güvenceye almasıdır." 

Kılıçbay, bu girişin üzerine bir de anayasanın etimolojik kökeninden bahsediyor. "Nitekim batı dillerinde anayasa anlamına gelen constitution teriminin Latince kökeni, cum(birlikte) ve statuere(kurmak, meydana getirmek, ihdas etmek) kelimeleridir. Yani anayasa, birlikte(bütün halk olarak) ihdas edilen bir şeyin(devletin ve o devleti oluşturan kurumların) kuruluş belgesidir."

Kılıçbay, Türkiye'deki seçim barajı nedeniyle pek çok siyasi grubun meclis dışı kalması nedeniyle halihazırdaki meclisin gerçek bir anayasa yapamayacağını yazmış. 

Anayasa konusunu tartışırken şu cümlelere de dikkat etmek gerek: "Anayasa, dilimizde ne yazık ki yanlış bir adlandırmadan ötürü, dünya pratiğiyle hiç ilgisi olmayan çağrışımlara yol açsa da, bütün yasaların "ana"sı değil, siyasi toplumun nasıl şekilleneceğinin belgesidir. Ve adına layık bir anayasa, önce hakları ve güvencelerini düzenledikten sonra, siyasi toplumu oluşturan 3 erki, yani yasama, yürütme ve yargıyı düzenlemelidir. Bu 3 erk, birbirinden bağımsız ve birbirini denetler biçimde düzenlenmelidir. Aksi takdirde kuvvetler birliği oluşur ve belli bir ideolojinin siyasi topluma dayatılması tehlikesi belirir."

Şu bölüm en vurucusu belki: Yani anayasa, yurttaşlara hiçbir kimlik veya ideoloji biçemez. Bütün kimlik ve ideolojilere eşit uzaklıkta durmak zorundadır."

Kılıçbay tamamına katıldığım yazısını bitirirken Türkiye'nin 1876'dan bu yana ilk kez gerçek bir anayasa yapabilme fırsatını yakaladığını söylüyor. Umarım bu fırsatı kaçırıp saçma sapan bir anayasa çıkartmazlar. 

 

Perşembe
Eyl302010

Finlandiya bozuk para ihraç ediyor

 

Avrupa Birliği üyelerinin pek çoğu tek para birimi kullanıyorlar. Kış aylarında Euro'nun sonu geldi dedikoduları ortaya atılsa da Euro gayet sağlam bir para birimi olarak varlığını sürdürüyor. 

2011 yılında Euro'ya geçmeye hazırlanan Estonya hummalı bir çalışma içerisine girmiş. Sonuçta basılması gereken milyarlarca Euro'luk banknot var ve hali hazırdaki para birimi Estonya kronu yerini Euro'ya bırakacak.

Fakat bu para basımı işini Estonya devleti üstüne almamış, Finlandiya'ya outsource etmiş. Finlandiya darphanesi bu işte o kadar iyiymiş ki yedi ülkenin bozuk parasını onlar basmış. Sekizinci ülke ise Estonya olmuş. 

194 milyon adet bozuk parayı kapsayan ilk parti yola çıkmış bile.

Kaynak: Monocle

 

Salı
Eyl282010

Fransa'ya sponsor olur muydunuz?

 

Fransa Futbol Federasyonu'na kılım malum sebeplerden ötürü. 

Son Dünya Kupası'nda rezil oldular, federasyon başkanları değişti, teknik direktörleri de. 

Dünya Kupası başarısızlığı nedeniyle Fransa Futbol Federasyonu(FFF) sponsorlarına 4,5 milyon Euro ödeme yaptı. Başarılı olsa sponsorlar tarafından ödüllendirilecek federasyon, başarısızlıkta cezayı kendisine kesti. 

Fransa'nın sponsorları arasında Adidas, GDF Suez, Credit Agricole ve PMU yer alıyor. 

Adidas'ın sponsorluğu bu sene sonunda sona eriyor ve FFF'nin yeni forma tedarikçisi Nike olacak. Nike yıllık 42,6 milyon Euro ödeyecek.

FFF aynı zamanda Stade de France'ın kira kontratını 2025'e kadar uzatmış. FFF yılda minimum dört maçı bu statta oynamakla yükümlü. Bu maçlardan birisi ise kupa finali olmak zorunda.

Yıllık kira bedeli açıklanmamakla birlikte stadın reklamları FFF ve stadyum yönetimi tarafından pazarlanacak.  

Fransa Futbol Federasyonu'nun yıllık geliri 199 milyon Euro.

Bu bilgiler ışığında sizce Nike'ın forma sponsorluğu şirket açısından olumlu mudur olumsuz mu? Ya da şöyle sorayım. Fransa'ya forma sponsoru olmak için bu kadar para öder miydiniz? 

Bilgileri Sportcal'den aldım.